17 Mayıs 2011 Salı

MİSAFİR

Hafta sonu yine misafirlerimiz vardı.Misafir söz konusu olunca mutfakta vakit geçirmek çok daha keyifli oluyor benim için.Bu seferde yine heyecanla daldık mutfağa ve elimizden geleni yaptık.Zeytin yağlı yaprak sarması,mayalı poğaça,bol fındıklı ağlayan kek,patatesli börek,kısır ve salata çeşitleri sunduk arkadaşlarımıza…Güzel bir haftasonun ardından yorucu iki gün daha bitti :) ve heyecanla Perşembe gününü bekliyorum,kaçış var yine planlarda :)

Neşeniz bol olsun...

10 Mayıs 2011 Salı

YAĞMURDAN SONRA-II

Son günlerin yoğunluğundan bir türlü önceki haftadan kalan yağmur sonrası fotoğraflarını yayınlayamadım.Haftasonu Muğla dan arkadaşlarımız gelince bol gezmeli tozmalı geçti günler.O arada da fırsat bulup pc başına oturamadım.Muğla da ki dostların düğününden bahsetmiştim şurada .Evlilikleri yeni olunca tüm hafta sonu neredeyse her sohbetimiz ilişkiler üzerine oldu,hele bir de ben ve Elçin Ali ve Yasin’e karşı olunca çokta keyifli oldu muhabbetlerimiz :) Böyle güzel dostlarla zaman öyle neşeli geçiyor ki tadı damağında kalıyor insanın.
Bahsettiğim gezinin fotoğrafları yağmur sonrası serisi karşınızda :)Yağmurdan sonra damlalar henüz düşmeden...keşke kuş seslerini de duyurabilsem buradan :)


Neyse yine fazla yazacak zamanım yok,hemen kaçacağım…Çandarlı da deniz pırıl pırıl,hava ılık ve hoş ama güneşsizken “fırsat bu fırsattır” diyerek çıkmıştık yürüyüşümüze.Zaten ne zaman bu vakitlerde Çandalı ya gitsek etraftaki sessizliğin tadını çıkarıyor,bahçede dolanıp duruyor,şarkılar mırıldanıp hayran oluyor,her taşla her otla ilgileniyorum.O günde babam önde biz arkada tırmandık dağlara…Rengarenk çiçekler,mis gibi bir hava,dereden akan suyun sesi ve kuş cıvıltıları eşlik etti yol boyunca bize.Annemin çantasına attığı meyveleri dere kenarında yerken başladı yağmur.Ama aldırmadık,sık ağaçların yaprakları korudu bizi…İşte o fotoğrafların devamı…

Bu son fotoğraftaki yapı bir değirmen...taa rumlar zamanından kalmış...içi sap-saman dolu...

Neşeniz bol olsun...

5 Mayıs 2011 Perşembe

SATIYORUM-SAT-TIM!


Başlığa bakıp yanılmayasınız.Ben bir şey satmıyorum,beceremem de zaten :) Satan İkea alan biz.Uzun zamandır istediğim gibi beyaz bir yatak odası arayışındayım ya ben…hah işte en sonunda ikea daki Edland karyolada karar kıldım.Zaten sevgili de onu çok beğenmiş,bembeyaz tüller içinde uyuruz ne güzel demişti.Ama uzun süre Birkeland,Leırvık  ve Edland karyolalar arasında kararsız kaldık.Yazlık yatak odası söz konusu olunca –daha öncede bahsetmiştim- ferah olsun,hafif olsun tabi aynı zamanda şık olsun istiyor gönül.Neyse işte Edland karyolada karar kıldık sanırım :) umarım odamıza yakışır...
Yatak başucu sehpası olarakta fotoğrafta gördüğünüz şeker şeyi seçmiştik.Mağazada dolaşırken bir baktık bizim başucu sehpası Cuma günü (geçen cuma) yapılacak açık arttırmada 1 tl den satışa sunulacakmış.Tabi bu fırsatı kaçırmadık,açık arttırmada oradaydık.Öğrenciler,teyzeler,ablalar,ağabeyler derken biz gibi alış-veriş meraklısı bir sürü kişi vardı.Açık arttırma çok eğlenceliydi epeyi eğlendik.Valla süper parçaları süper fiyatlara kaptı millet.Mesela amcanın biri normal satış fiyatı 189tl olan çok güzel bir orta sehpayı 20tl ye aldı gitti,yine birkaç arkadaş 99tl lik bir sandalyeyi 30tl ye aldılar :) Onları izlemek çok eğlenceliydi.Yalnız bizim sehpanın taliplisi çoktu şansımıza.Biz kararlıydık ama,bi teyzeyle epeyi bi çekiştik ve sonunda aldık sehpamızı :) hem de çoook uygun bi fiyata.Yakında diğer eşyalarda tamamlanacak o zaman yeni fotoğraflarla karşınızda olacak odamız…
Duvar kağıdımızdan burada bahsetmiştim.Merak edenler için bir kez daha belirteyim istedim :)

Neşeniz bol olsun...

3 Mayıs 2011 Salı

YAĞMURDAN SONRA

Geçtiğimiz Pazar Çandarlı da güzel bir doğa yürüyüşüne çıktık…O güne dair bir şeyler yazacağım ama şimdilik vaktim olmadığı için o gün objektifimize takılanlardan birkaç kare paylaşıp kaçacağım…Fotoğraflar orijinaldir, yalnız ufak bir oynamayla arka planı karartıp,çiçekleri belirginleştirdim…





Neşeniz bol olsun…

2 Mayıs 2011 Pazartesi

YAZIYORUZ

Sevgili Tırsak Külkedisi beni mimlemiş;Bir blog hikayeniz var mı?

Öncelikle kendisine çok teşekkür ediyorum.Daha önceleri bu konuya birkaç kez değinmiştim.Hemen eski yazılarımdan birkaç derleme yapıp mim sorusunun cevabını vermiş olayım.

09.08.2009 tarihli “Neden Yazıyorum?” başlıklı yazımdan;

“100 ün üzerinde yazı ve bir yılı aşkın bir süre…bir güzel çift in miladını bilirsiniz.Birbirimizden uzakta olduğumuz geçmiş zamanlarda Ali hediye etmişti bu blogu sanal aleme :) Önceleri birlikte yazdık… kimi zaman bir sabah blogu açınca Ali nin yazısı karşıladı beni, kimi zaman da benim yazılarım ona sürpriz oldu.
Uzun zaman önce Ali yazmayı bıraktı. “Nasıl olsa artık yanımdasın söylemek istediklerimi gözlerinin içine bakarak söylemeyi tercih ediyorum” der oldu.Yazmak istediği zamansa küçük bir kağıt parçasındaki harika cümleleri beni ya kahvaltı masasında yahutta hiç beklemediğim bir zamanda bir cafede,en sevdiğim elbisemin cebinde,yazılı kağıtlarımın arasında,ders kitaplarımın bir sayfasında buluyor beni…
Zamanla bir çok arkadaşım blog dünyasına katıldı.Telefonda ya da msn de “bu gün ne oldu biliyor musun?” diye başlayan cümlelerimizin yerini “bloga yazdım okusana” lar almaya başladı.Ayrı ayrı herkese anlatmaktansa “ben yazdım siz ordan okuyun” oldu.Kolay iş valla :)”


01.09.2009 tarihli “Etki-tepki Meselesi” başlıklı yazımdan;

“Şimdi ben bir süre ortadan kaybolsam ki kaybolmamda yazmaya vakit bulamasam hemen ‘nerdesiniz?’, ‘neden yazmıyorsunuz?’,’hadi ama merakla bekliyoruz…’ tarzında yorum ve mailler geliyor ya işte o zaman ben kendimi yazmakla sorumlu hissediyorum.Arayı uzattığım zaman ise ‘bak işte gördün mü yine soracaklar neden yazmadın diye’ diyerekten kendime kızıyorum J tuhaf değil mi? Bence tuhaf ama web günlüğü yazmaya kalkınca ben oturayım bir şeyleri bloglayayım deyince, işte bunlar kaçınılmaz oluyor…Sayfamızı sahiplenip sevenlere buradan yürekten teşekkürler.Ama sevmek-sahiplenmek başka bir şey yazarın cümlelerine karışmak, ‘öyle yazma böyle yaz’ demek başka bir şey.bunları birbirine karıştırmamak lazım değil mi?
 İlk başlarda birazcık olsun hasret dindirmek adına açılan bu blog zamanla bir çok okuyucu ile büyüdükçe büyüdü.Ve haliyle bu büyüme karşısında bir güzel çiftte kelimelerini daha bir özenle seçmeye başladı.Nazar dedik,aman(!) dedik sınırladık yazdıklarımızı.Ama ‘olsun’ dedi sevgili okur ‘olsun biz aşkı gözünden tanırız ve maşallah demeden geçmeyiz’ .Hayatımızın kıyısından köşesinden bu sayfaya yansıyanları okuyup ‘maşallah’ını esirgemediğin için teşekkürler sevgili okur.
 Kişisel bir web günlüğü işte bizimkide…okuyanla aramızdaki ise bir etki-tepki meselesi… Her davranışımız,ekrana yansıyan her cümlemiz ulaştığı zihinler ve yüreklerde bir yer bulur,bir anlam yüklenir ve nihayetinde bize geri döner.Dönüp gelenler, bizim gönderdiklerimizin yorumlanıp geri gönderilmiş halinden başka bir şey değildir aslında.Dedim ya bu bir ‘etki-tepki’ meselesidir.Bu prensibi aklımızdan çıkarmadan yapılması gereken doğru davranmaktır.E bu noktada önemli olanda doğru davranışın hangisi olduğunu tesbit etmektir.Herkesin doğrusu bir olmuyor çoğu zaman ve doğrularımız bir değil diye de saldırganlaşmak olacak iş değil.Bir web günlüğü sahibi olanlar iyi bilirler;sen ne yaparsan yap,ne söylersen söyle söylemek istediklerin karşı tarafın anladığı kadardır ancak.O yüzden ya karşı tarafın ne anladığına dikkat edeceksin yada aklına geleni içinden geldiği gibi yazacaksın.
Samimiyet önemli…samimi blog yazılarını okumayı seviyorum ve onların içtenliklerini destekliyorum.Kimi zaman ‘artık bıraksam yazmayı’ dediğimde onların o samimiyetleri yetişiyor imdadıma ki yazmak bir tutku öyle kolay vazgeçilmiyor.”

İşte böyle…bu blogun hikayesi Ali ve Ayşenur’un birbirinden uzakta geçen günlerinde başladı ve bugüne kadar sürdü,sürmekte :) bende hemen mimdireyim birilerini;

Bir Avuç Hayat
Meyra

Bu arada haftasonu yine Çandarlı’ya kaçtık.Haftasonu maceralarımızı da anlatacağım ama önce Çandarlı da objektifimize takılanlardan birkaç örnek;



Neşeniz bol olsun...

29 Nisan 2011 Cuma

KİTAP SEPETİM :)

Haftaya yorgun başlamıştım hatırlarsanız grip nedeniyle.Ve haftayı yorgun bitiriyorum…Bu hafta bana iki nöbet denk gelmiş biri pazartesi biri de Cuma.Şansa bak! Neyse bitti geçti gitti :) Çok şükür hastalıkta geçip gitti, en azından ben öyle umuyorum ve kendimi çok daha iyi hissediyorum.

Derslerim erken bittiği için eve geldiğimde mutlaka yapacak işlerim olur.Ama bu hastalık nedeniyle ilaçlarımı içip yatmam tembihlendiği için –sevgili tarafından- akşama kadar yattım bende :) Öyle boş boş yatmak olmuyor tabi insanın canı sıkılıyor.Önceleri kumandayı aldım elime ama ne tv deki görüntüler ne de ses iyi gelmedi bana.Hemen canım kitaplarım koştu imdadıma.Tüm kitaplarımız çalışma odamızda ama yakın zamanda okunacaklar için yanıbaşımıza bir kitap sepeti oluşturuverdik biz.Çoook önceleri aldığımız ve ilaç sepeti olarak kullandığımız minik sepetin işlevini değiştiriverdik.Yanıbaşımızın kitap sepetçiği oldu kendileri,iyi de oldu.Bab-ı Esrar’dan sonra bir A.Ali Ural (Resimde Görünmeyen) okudum.Şimdide elimde İstanbul Hatırası var,sürükleyip duruyor beni :) Bu kitabı ve birkaç tanesini daha sevdicek bana taa aralık ayında hediye etmişti hatırlarsınız.Benim bu kitabı bu kadar bekletmemin nedeni ise mayısta bize İstanbul yollarının gözükmesidir.Yıllarımın geçtiği şehri bir de Ahmet Ümit gözüyle izlemek gerek…
Başucu kitaplarımı bu sefer iyi depoladım.Halihazırda okunmayı bekleyen onbir adet kitap daha var.Ve şimdilik elimdeki kitap biterse ne okurum telaşına düşmeden keyifle okuyorum :)Ve bu haftasonu da okumalarımıza dalga sesleri,kuş cıvıltıları eşlik etsin istiyorum...

Neşeniz bol olsun...

26 Nisan 2011 Salı

RENKLİ TABURELERİMİZ :)

Pazar günü yorgun-bitkin bir halde uyandığımda anladım;grip kapıda!Ona rağmen erkenden kalkıp sınava gittim.Sınav salonunda aşırı derece üşüyüp,soruların kimisini çift görmeye başlayınca durumumun vahametini kavradım.Akşama doğru belirtiler başladı;burun akıntısı,hafif baş ağrısı,göz yaşarması,hapşırık :) Ona rağmen evde duramadım “aman bak daha çok üşürsün,daha fena olursun”ları dinlemeyip “ben iyiyim yaa sadece burnum akıyo azcık,geçer” dedim :) Geçmedi tabiki de hala çok fenayım…Hem geçmedi hem de durup dururken alış-veriş yaptım.Dantelli-tüllü detayların büyüsüne kapılıp giyim alış-verişinin hiçte mantıklı olmadığı şu zamanda bi kaç parça kaptım.Yine renklerin ciciliğine dayanamayıp evimize yeni bir şeyler aldım.Bknz:foto…Taburelerimiz çok tatlı ama :)

Ben yine Orhan Veli misali "beni bu (güzel?) havalar mahvetti" serzenişlerine girmeden birkaç ara nağme gireyim en iyisi;
Yazım yanlışları konusunda oldukça hassasım.Aynı şey telaffuz için de geçerli.Ha hassasım demek ‘ben hiç yanlış yazmam,yanlış konuşmam’ anlamına gelmez.Elbet benimde yanlış yazdığım şeyler vardır.Ama biraz daha fazla dikkatliyim diyelim.Çoğu zaman buraya yazarken aklıma takılan kelimeler oluyor.Mesela bu kelimenin doğru yazılışı nasıldır?,şu kelime nerden gelmiş nereye gidiyordur?,o deyimin aslı nedir? Gibi bir çok şeye takılıp kalıyorum.İşte o zaman imdadıma TDK yetişiyor sağolsun.Kimi konularda Tdk çılar bile mutabık olamasalar da ben seviyorum TDK yı.Mesela bugün nelere baktım;

Grip;isim, tıp-Fransızca grippe; Yorgunluk, kırıklık, kas ağrıları, ateş vb. belirtileri olan, bulaşıcı, salgın hastalık, paçavra hastalığı, enflüanza.(TDK)

vehamet diye bilirdim vahamet imiş.Vahamet; Güçlük, korkulacak tehlikeli durum: "İşin aramızda mutlak bir ayrılıkla halledilmesi lazım gelecek derecede vahameti olmadığını anlıyorum." -H. C. Yalçın.(TDK)

hapşırmak;Aksırmak:"Aksi gibi benim hiç durmadan esneyeceğim geliyor, hapşırmak istiyordum."- Ö. Seyfettin.(TDK)

Ayrıca TDK nın sayfasında parmak alfabesine de yer veriliyor.Oldukça ilgi çekici ve yararlı.Merak edenler tık tık.


Neşeniz bol olsun…

SELANİK

İzmir den yola çıkışımız sabah 8.30 u buldu. Yol müziklerimiz eşliğinde keyifle yol aldık. Planın ilk parçası Edirne idi. Bi gece Edirne d...